RESMÜ'L-MESÂHİF'İN İÇERDİĞİ KIRÂAT ÇEŞİTLERİ

Bilindiği gibi Rasûlüllâh (s.a.s) okuma yazma bilmiyordu. Kavminden okuma yazma bilenler ise yok denecek kadar azdı. O'nun okur yazar olmamasındaki hikmet, okur yazarlığı olmayan bir kimsenin Kur’ân gibi bir eseri ortaya koymasının imkânsızlığında yatan olağanüstülüğü sergilemekti. Kendisi okur yazar olmamasına rağmen getirmiş olduğu Kitâb; Kur’ân-ı Kerîm "oku" emriyle başlamış; "okumak", "öğrenmek", "öğretmek","yazmak", "tespit etmek", "tevsîk etmek" gibi söylemleri hiç dilinden düşürmemiştir. Rasûlüllâh (s.a.s)'in de Bedir savaşında esîr aldıkları her müşrikin, on müslümana okuma yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakılması fikrini benimsemesi; O'nun, ümmetinin okuma yazma öğrenmesine ne kadar önem verdiğini açıkca ortaya koymuştur. İnen Kur’ân âyetlerini yazdırmak için oluşturduğu vahiy kâtipleri topluluğu; O'nun ve ashâbının, Kur’ân âyetlerini yazmaya ne kadar özen gösterdiklerini açıkca ortaya koymuştur. Vahiy kâtipleri Kur’ân âyetlerini hiç bir değişiklik, eksiklik ya da fazlalığa kesinlikle imkân vermeden Rasûlüllâh (s.a.s)'den işittikleri sesleri aynen yansıtacak şekilde yazmışlardır.

İşte "Hz. Osman tarafından istinsâh ettirilirken benimsenen ve Kur’ân-ı Kerîm metinlerini oluşturan kelime ve harflerin yazımında, okunuşlarına tıpatıp uygun biçimde belirlenen yazılış tarzına "Resmü'l-Mesâhif" denir.

RESMÜ'L-MESÂHİF'İN İÇERDİĞİ KIRÂATLER DÖRT KISIMDIR

1)-Mütevâtir Kırâatler:
Bunlar, tevâtür yoluyla gelmiş, kırâatlerin bel kemiğini ve büyük bir kısmını oluştururlar. Meselâ, "Kıyâmet günü her insana, (gözünün önüne) açılmış olarak karşılaşacağı bir kitap çıkarırız" âyetindeki "nuhricü" kelimesi üzerinde; "biz çıkarırız" anlamında "nuhricü", "çıkar" anlamında "yahrucü" ve "çıkarılır" anlamında "yuhracü" şeklinde üç kırâat vardır. Bu kırâatlerin üçü de tevâtürle gelmiştir. Bu kelimenin "Resm"i de bu üç okuyuş tarzının her üçüne de müsâittir.

2)- Meşhûr Kırâatler:
Haber-i Vâhid'le gelmiş ama senedi sağlam, mukrîler tarafından da terüddütsüz benimsenip nakl edilmiş, kırâat imâmları arasında şöhret bulmuş ve hüsn-ü kabûlle karşılanmış olan kırâatler.

Mesela, "Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Harâm'ın bakım ve onarımını Allah'a ve Âhiret Günü'ne îmân edip Allah yolunda cihâd eden kimseler (in amelleri) gibi mi saydınız?!." âyetindeki "su dağıtma" anlamında mastar olan "sikâyete" kelimesinin, "Su dağıtan" anlamında ismi fâil: "sâkıyün"ün çoğulu olarak "sükâte"; "bakım ve onarım yapma" anlamında mastar olan "ımârate" kelimesinin de, "bakım ve onarım yapan" anlamında ismi fâil: "âmir"in çoğulu olarak "amaraten" okunması buna örnek teşkîl eder.

Bu iki kırâatin her ikisi de aynı değerdedir. Her ikisi de meşhûr kırâatler arasında yer almış ve tereddütsüz benimsenmişlerdir. Resmü'l-Mesâhif'e de, -bu Mushaf'ların yazılış tarzında nokta ve hareke olmadığı gibi harf-i med dediğimiz elifler de yer almadığı için- tıpatıp uymuşlardır. Dolayısıyla yukarıdaki mütevâtir kırâatiyle beraber meşhûr kırâat olarak, "Siz hacılara su dağıtan ve Mescid-i Harâm'ın bakım ve onarımını yapanları, Allah'a ve âhiret gününe inanan ve Allah yolunda cihâd edenler gibi mi kabûl ettiniz?!" anlamında: şeklinde okunmuştur.

"Bu iki kırâatin her ikisi de kabule uygun Kur’ân metni olarak değerlendirilmiş ve bunlarla namaz kılınmıştır. Dolayısıyla tamamen Kur’ân olarak kabûl edilmeleri vâcibtir" denmiş; böylece, "Bu tür kırâatlerden hiçbirini inkâr etmenin helâl olmayacağı ve bunlardan bir tekini inkâr edenin kâfir olacağı" hükme bağlanmıştır.

3)- Şâz Kırâatler:
Haber-i Vâhid yoluyla gelen ve senedi sahîh fakat şöhret bulmamış olan kırâatler. Mesela, "(Mûsâ), Allah katında îtibârlı bir kimse idi" âyetindeki "ınde" kelimesi sonu tenvînli "abden lillâhi" şeklinde okunarak elde edilen kırâati böyledir. Bu kırâate göre âyetin mânâsı: "(Mûsâ), Allah'ın îtibarlı (saygın) kulu idi" olacaktı.

Kurtubî "Allah katında îtibarlı kul" ifâdesi ile "Allah'ın îtibârlı kulu" ifâdesi arasındaki farkı vurgularken (Abden lillâhi veciyhen)'in "Allah'ın, kulların gözdesi hâline getirdiği kul" anlamına geldiğini, "Allah katındaki îtibâr"ın ise "kullar katındaki îtibâr"dan daha övünç verici olduğu, önemli olanın Allah katındaki îtibâr olduğu, kullar katındaki îtibârın maksut buyurulan (arzu edilen)ilâhi övgüyü karşılamadığını kayd eder.

İşte bu nitelikteki kırâatler şâz kırâatlerdir. Bunların ne namazda okunmaları, ne namaz dışında ibâdet maksadıyla tilâvetleri câizdir. Çünki haber-i vâhid'le sâbit oldukları için çok zayıf da olsa gerçek kırâat olmamaları ihtimali vardır. Bu yüzden namaz gibi, kabûl konusunda şüphe ve tereddüde mahal olmayan bir ibâdette, Kur’ân olduğu kesin kırâatler varken, çok zayıf bir ihtimâl de olsa, şüpheli kırâatlerin yeri yoktur. Bunlar ancak müfessir (tefsir yapan kişi) için âyetin tefsîrinde delîl olarak kullanılırlar.

4)- Mevzû' veya Metrûk Kırâatler:
Senedi sahîh olmayan yani güvenli bir kaynağa dayanmayan ya da hiç bir senede istinad etmeyen (dayanmayan) kırâat.

Bu kırâat çeşidine de bir örnek vermemiz gerekirse: "İbrâhîm'in babası için af dilemesi, babasının ona (îmân edeceğine dâir) vermiş olduğu sözden kaynaklanıyordu." âyetindeki "iyyâhü" kelimesinin "ebâhü" şeklinde okunmasından elde edilen kırâati zikredebiliriz. Bu kırâat tarzı; her ne kadar Resmü'l-Mesâhif'e mutâbık (uygun) düşse de, âyetin fonetik ve samantik yapısına ve gramer kurallarına uygun gibi görünse de, vahiyle gelmiş gerçek bir kırâat olmadığı ve herhangi bir senedi (kuvvetli bir dayanağı) bulunmadığı için kesinlikle Kur’ân sayılamaz. Bu husûsta icmâ' vardır.

Bu ve benzeri kırâatler gerçek kırâat değil, kırâat diye uydurulmuş yakıştırmalardır. Fonetik yapıları îtibâriyle Resmü'l-Mushaf'a uymalarına rağmen ne namazda ne de namaz dışında, ne ibâdet, ne de ibâdet dışında lafız olarak herhangi bir kutsallık taşımazlar.

*****

Bu yazı www.multimediaquran.com sitesinin sahibi Hacı Mehmet Bahattin Geçkil tarafından yazılmıştır.