HOMEPREVIOUS NEXT
Okut

KUR'AN: YÂSIN SURE; Sure 36, Ayet 69


Ahmed Raza Khan: Mohammed Aqib Qadri:
And We have not taught him (Prophet Mohammed- peace and blessings be upon him) to recite poetry, nor does it befit him; it is nothing but an advice and the bright Qur'an.


Elmalılı-orijinal 36:69. Biz ona şiir öğretmedik, ona yaraşmaz da, o sâde bir zikir ve parlak bir Kur'andır

Elmalılı 36:69 - Biz ona şiir öğretmedik. Bu ona yaraşmaz da... O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur'ân'dır.

DiyanetMeali 36:69. Biz ona şiir öğretmedik, zaten ona gerekmezdi. Bu bir öğüt ve apaçık Kuran'dır.

DiyanetVakfı 36:69. Biz ona (Peygamber'e) şiir öğretmedik. Zaten ona yaraşmazdı da. Onun söyledikleri, ancak Allah'tan gelmiş bir öğüt ve apaçık bir Kur'an'dır.

Ömer.N.Bilmen 36:69 Ve Biz O'na şiiri talîm etmedik ve O'nun için lâyık da olmaz. O, başka değil bir mev'izedir ve pek bedîhi bir Kur'an'dır.

SuatYıldırım 36:69 – Biz Resûl’e Kur’ân öğrettik, şiir öğretmedik, o zaten ona yaraşmaz.O sırf bir irşâd ve parlak bir Kur’ân’dır.

İbni Kesir 36:69 Biz, ona şiir öğretmedik. Zaten ona gerekmezdi de. Bu, ancak bir zikirdir. Ve apaçık bir Kur'an'dır.

Muhammed Esed 36:69 VE [işte böyle:] Biz bu [Peygamber'e] şiir [yeteneği] bahşetmedik, zaten [şiir] bu [mesaj]a uygun düşmezdi: [Dipnot 38] o yalnızca bir uyarı ve öğüttür; ve o özünde apaçık olan ve gerçeği dosdoğru gösteren [Dipnot 39] bir [ilahî] hitabedir,

[Dipnot 38] Bu pasaj, surenin ilk ayetlerinde değinilen konuyu, yani Kur’an'ın vahyi konusunu ele almaya devam etmektedir. 26:224'de olduğu gibi, burada da, Muhammed (s)'in düşmanlarının, gerek yaşadığı dönemde gerekse sonraki dönemlerde, o'nun ilahî vahiy olarak sunduğu şeyin gerçekte kendi şiirsel hayal gücünün bir ürünü olduğu şeklindeki iddialarına değinilmektedir. Burada, şiir -özellikle Arap şiiri- ile Kur’an'da somutlaşan ilahî vahiy arasındaki temel farklılığa dikkat çekmek suretiyle bu iddia reddedilmektedir: şiirde anlam, dilin müzikalitesi ve ritmi karşısında genelde ikinci derecede kalırken Kur’an'da tam tersi geçerlidir. Çünkü Kur’an'da, kelimelerin seçimi, sesleri ve cümle içindeki konumları -ve dolayısıyla melodisi ve ritmi- daima kasdedilen anlamın destekleyicisi niteliğindedir. (Karş. ayrıca 26:225 ve ilgili not 100.) [26:225 not 100: Hâme fî vidyân (“vadilerde gezdi”) deyimi, pek çok müfessirin belirttiği gibi, sözcüklerle ve hayallerle (ya da düşüncelerle) belli bir gerçeklik fikrine bağlı olmadan amaçsız ve çoğu zaman da tutarsız bir biçimde oynamak anlamında kullanılmaktadır; yukarıdaki anlam örgüsü içinde bu deyim, bütün iç tutarsızlıklardan uzak olan Kur’an'ın mükemmeliyeti yanında şairlerin ortaya koydukları şeylerin tutarsızlığına, güvenilmezliğine dikkat çekmek üzere kullanılmaktadır: (karş. 4:82 hk. 97. not).]

[Dipnot 39] Mübîn sıfatının bu bileşik karşılığı için bkz. sure 12, not 2. [Sure 12 not 2: Mubîn sıfat fiili, nitelediği ismin bir vasfına işaret edebileceği gibi (“açık”, “aşikar”, “belli” vb.) onun işlevini de ifade edebilir (“açıklayan” ya da “ortaya koyan” vb.); çeviride sözcük her iki anlamıyla birden aktarılmıştır. Üzerinde ittifak edilen hakim görüşe göre yukarıda sözcüğün her iki anlamı da kasdedilmiştir; ve netice olarak, terimin anlamını olduğu gibi vermek için yukarıdaki birleşik ifade zorunlu gibidir.] Yukarıdaki ifade, lafzen, “bir uyarı ve öğüt ve ... [ilahî] bir hitabe” şeklinde çevrildiğinde, burada kullanılan ve bağlacı, 15:1'de olduğu gibi, Kur’an'ın ilahî vahiy sürecinin bir unsuru olduğuna işaret eder.